
Sanatta Gerçekçilik: Aldanıştan Kurtuluşun Yolu mu?
Lenin'in materyalizm tanımından yola çıkarak, sanat ve yazındaki yansıtma kuramını ele alıyoruz. Gerçekliğin yansıtılması ne anlama geliyor? Türkiye'de bu kavram nasıl algılanıyor? Aldanıştan kurtuluş mümkün mü?
Yansıtma Kuramı ve Gerçekçilik
Marksist yansıtma kuramına göre sanat, gerçekliğin bir yansımasıdır. Ancak bu yansıtma, edilgen bir kopyalama değil, insan bilincinin aktif bir katılımıyla gerçekleşir. Lenin'e göre, insan doğayı bütünlüğü içinde kavrayamaz; soyutlamalar, kavramlar ve yasalar aracılığıyla ona yaklaşır. Bu süreçte yaratıcılık devreye girer.
Bilim ve sanat, doğanın doğru yansıtılmasıyla mümkündür. Ancak bu, uzun bir süreç gerektirir. Tarih boyunca, doğa büyü, mitoloji ve dinlerle açıklanmaya çalışılmıştır. Bilimsel devrimle birlikte, eski düşünce biçimleri yıkılmış ve yeni bir anlayışın yolu açılmıştır. Türkiye'de ise, son dönemde bilim yolundan sapmalar yaşanmaktadır.
Edebiyatta gerçekçilik, yüzyıllar içinde gelişmiştir. 19. yüzyılın ortalarında, Puşkin ve Belinski gibi Rus yazar ve eleştirmenler, farklı dönemlerde yaşamış ve farklı görüşlere sahip yazarlar arasındaki ortak bir niteliğe dikkat çekmişlerdir. Shakespeare, Cervantes, Stendhal, Balzac gibi yazarlar, "gerçekçiler" olarak ortak bir paydada buluşmuşlardır. Ancak Türkiye'de, hem yazında hem de siyasette gerçekçiliğin doğru kavrandığı söylenemez.
Yaratma Yöntemi ve Öznel Görüş
Yazar, nesnel gerçekliği yansıtırken, aynı zamanda onu yaratır. Ancak, öznel görüşünü nesnel gerçeklikle özdeşleştirdiğinde, gerçekçilikten uzaklaşır. Kemal Tahir, Vedat Türkali, Selim İleri, Adalet Ağaoğlu gibi yazarlar, öznel görüşlerini nesnel gerçeklikle karıştırmışlardır. Örneğin, Kemal Tahir, Köy Enstitüleri'ni eleştirirken, aslında kendi öznel görüşünü yansıtmıştır. Oysa, Köy Enstitüleri, bir aydınlanma hareketiydi.
Buna karşın, Halit Ziya, Yakup Kadri, Orhan Kemal, Nazım Hikmet, Kemal Bekir, Kemal Ateş gibi yazarlar, öznel görüşlerinden sıyrılarak, gerçekçi yapıtlar ortaya koymuşlardır. Bu yazarlar, insanı ve toplumu olduğu gibi yansıtmışlardır.
İnsana Bakış ve Diyalektik Materyalizm
Gerçekçilikte, yazarın insana bakışı önemlidir. Marks'a göre, insan dış dünyayı değiştirerek, kendi doğasını da değiştirir. İnsan, edilgen değil, etkin bir varlıktır. Tarih boyunca, eşitlik, özgürlük ve doğru yaşam için savaşım vermiştir. Bu savaşım, sınıf savaşımıdır. Yazar, bu tarihi gerçeği kavramalıdır.
Lukacs'a göre, gerçekçi edebiyat için temel soru şudur: "İnsan nedir?" Aristoteles'in "insan zoon polikondur, yani toplumsal bir hayvandır" yargısı, gerçekçi edebiyat için geçerlidir. Akhileus, Werther, Oipidus, Tom Jones, Antigone, Anna Karenina gibi karakterler, bireysel varoluşları toplumsal ve tarihsel çerçevelerinden ayrılamaz.
Yenilikçi yazarlar ise, insanı tarihsel ve toplumsal çevreden koparırlar. Onlara göre, insan doğuştan yalnız, toplum dışı ve başka insanlarla ilişki kurmayı başaramayan bir varlıktır. Kagan'a göre, bireysel psikoloji, burjuva sanatının ideolojik kapsamını etkilemekle kalmamış, yaratıcılık sisteminin özelliklerini de etkilemiştir. Adalet Ağaoğlu, Selim İleri, Orhan Pamuk gibi yazarlar, estetik ürünleri keyfiliğin belgesi haline getirmişlerdir.
Diyalektik materyalizm, insanın insanlaşma sürecini doğru gösterir. Yazar, insana bakışta tarihsel gerçeği doğru kavramalıdır. Yazın, önünde sonunda insanı yazma sanatıdır. Tarihsel gerçeği kavramayan kafa, insanın savaşım süreçlerini kavrayamaz.
Sonuç olarak, sanatta gerçekçilik, aldanıştan kurtuluşun bir yoludur. Yazar, nesnel gerçekliği yansıtırken, aynı zamanda onu yaratır. Ancak, öznel görüşünü nesnel gerçeklikle karıştırmamalıdır. İnsana bakışta, tarihsel gerçeği doğru kavramalıdır. Aksi takdirde, gerçekçilikten uzaklaşır ve aldanışa düşer.